Sizin Hedefiniz Sizin Başarınız

Başarılı olmak ne demek? Ne yapınca başarılı olmuş sayılıyoruz? Banka hesabımızda milyonlar olduğunda mı? Altımızda çalışan birkaç yüz insan olduğunda mı? Yoksa ismimizin öncesine birkaç titr dizildiğinde mi? TDK sözlüğündeki açıklama bile aslında “başarıyı” tanımlamanın ne kadar zor olduğunu işaret eder nitelikte. TDK, “başarının” tanımına “muvaffakiyet” demekle yetinmiş. Birkaç kaynağa baktığımızda başarıyı tanımlamak için biraz daha cömert olanlar arasından şu tanım aslında biraz daha somutlaştırıyor kelimenin aklımızda canlandırdıklarını: Başarı, istendiği varsayılan şey veya şeylere ulaşma işi veya istendiği varsayılan şey veya şeylerin kendisidir.

Bu tanımdan da hareketle şu sonuca varmak mümkün: Herkesin başarı tanımı aslında iş hayatında ve özel hayatında kendine koyduğu hedeflerle direkt olarak bağlantılı. Bu hedefleri koymamızda da en büyük yardımcımız sahip olduğumuz toplumsal miras. Binlerce yıldır gelişen ve evrilen toplum yapısı, yaşamımızın her aşamasında bizleri bazı hedeflere sahip olmak zorunda bırakıyor. Bu hedefler arasından birkaç popüler ve jenerik örnek listelemek gerekirse: İyi notlarla derslerini geç, okulunu bitir, çok para kazan, güzel şeyler al ve giy, iyi bir aile kur, doğru çocuklar yetiştir ve sakin bir emeklilik hayatı yaşa. Ve hatta, bu örnekler çoğu zaman rol model kimliklerle de örtüşüyor. Hedeflerimiz bazen şunlara dönüşüyor: Murat kadar zengin ol, Ali’ninki kadar iyi bir kariyer yap, Serpil gibi bir lider ol ya da Nilgün gibi bir anne ol. Sonuç olarak neredeyse hepimiz, evrensel kabul edilen bazı temel unsurların biraz gerisinde, biraz ilerisinde kendimize referanslar alarak hedeflerimizi belirliyoruz.

Toplumsal gelişim ve ilerleme için sistem aslında çok güzel işliyor. Toplum, genelini, ideale yakın rol modellerine yakınsatmaya çalışıyor. Bunun için de insan doğasının sıkça ve istemsizce yaptığı “kıyaslamayı” kullanıyor. Değerlendirilme aşamasına geldiğimizde de toplum bizi X model tipi insana ne kadar yaklaşabildiğimiz ölçüsüyle başarılı ya da başarısız sayıyor. Toplum bize sürekli daha iyi olmak, daha çok çalışmak, X tipi rol modele daha da yaklaşabilmekle ilgili mesajlar veriyor. Sürekli kimin birinci, kimin ikinci, kimin üçüncü olduğunun hesabını tutuyor. Sürekli; bize yaptıklarımızın, çabalarımızın ne kadar yetersiz olduğunu hatırlatıyor.

Marcus Smith, bu yazının da esin kaynağı olan Egonomics adlı kitabında “The truth is, no one has it all and perfection is an illusion” diyor. Ve aslında tam olarak da bu sözün ardından biraz durmak, düşünmek gerekiyor. Birkaç adım geri gitmek, uzaktan kendimize bir bakmak gerekiyor. Acaba koyduğumuz hedefler, bizim hedeflerimiz mi? Yoksa toplumun koymamızı istediği, herkes tarafından kabul gören X model insana yaklaşmak için bize koydurduğu hedefler mi? Toplumsal dogmalar, tabular olmasaydı hangi hedefleri koyardık? Başarı kavramımızı nasıl tanımlardık? Biraz da olsa konfor alanımızın dışına çıkabilsek, 3 yıl sonra, 5 yıl, 10 yıl sonra kendimizi nerede hayal ederdik? Daha girişimci olabilir miydik? Daha “yıkıcı” düşünebilir miydik? Daha risk alıcı olabilir miydik?

Bu sorular varoluşsal bir tartışmanın penceresini açabilir ancak ben bu konuyu biraz daha yüzeysel bir noktada bırakmak zorundayım. Ben de kendimce, evrensel kabullere uyan hedeflerimle mücadele içindeyim. İyi okulların iyi bölümlerinden diplomalar alıyorum, iyi şirketlerde çalışıyorum, hobi olarak başladığım yazarlığı prestijli bir dergiye taşıyorum, koyduğum hedefler içinde başarı kavramımı tanımlamaya çalışıyorum. Bu konuda bilgelik ya da ustalık taslayabilmenin çok uzağındayım. Sadece bazı sorularım var aklımda. Umarım bu sorular, sizin de daha nicelerini kendinize sormanızın yolunu açmaya yardımcı olabilir.

Kaynak: Ege ÇALIŞKAN / Harvard Business Review Türkiye